ÇEVRE VE KENT HUKUKU KOMİSYONU TARAFINDAN "ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİN ÇEVRE HUKUKUNA ETKİLERİ" KONULU PANEL DÜZENLENDİ

6948

Türkiye Barolar Birliği ve İstanbul Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonları tarafından, 17 Mart 2017 tarihinde İstanbul'da "Anayasa Değişikliğinin Çevre Hukukuna Etkileri" konulu panel düzenlendi.

Toplantının açılışında konuşan İstanbul Barosu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu, Anayasa değişikliğinin kabul edilmesi halinde Türkiye'nin siyasi tarihinin de, hukuk tarihinin de bir başka şekilde yazılabileceğine ilişkin ciddi kaygı taşıdıklarını söyledi.

Kısa bir süre önce çıkan 6745 sayılı kanunla tabiat varlıkları ve sit alanlarına yatırımların hızlandırılmasının amaçlandığını, bu nedenle denetim mekanizmalarının dışına çıkıldığını kaydeden Durakoğlu, verilecek yeni yetkilerle ve Cumhurbaşkanının düzenleyeceği kararnamelerle çevre düzenlemelerinin ne durumlara düşebileceğini görmenin bir kehanet olmayacağını bildirdi.

Durakoğlu, "ÇED düzenlemesinde 20'ye yakın değişiklik yapılmış olmasına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığının uzmanlarına beslediğimiz umutların artık tümüyle yok olabileceği bir evreye gireceğimiz muhakkak gibi gözüküyor" dedi.

Paneli yöneten İstanbul Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Av. Alev Seher Tuna, Anayasa ve yasalara rağmen çevre sorunlarının giderek büyüdüğünü belirterek, çevre ve kent hukukunun hiçe sayıldığını, mahkeme kararlarına uyulmadığını, nükleer santrallerin yapımının sürdüğünü, mega projelerin kamu bütçesini olumsuz etkilediğini, bir takım yaptırımların denetim dışına çıkarıldığını anlattı. Tuna, "Bütün bunlara rağmen anayasal bazı yetkilerin tek kişide toplanmasını öngören bir Anayasa değişikliği kabul edilirse çevre hukuku adına neler yaşanabileceğini tahmin etmek zor olmayacak" diye konuştu.

Panelin ilk konuşmacısı Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Süheyl Batum, çevre hukukuna ilişkin Anayasada yer alan düzenlemeler hakkında bilgi verdi.

Anayasa değişiklikleriyle bundan böyle çevre hukukuna ilişkin düzenlemelerin de Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle hazırlanabileceğine dikkat çeken Batum, "Değişiklikte Bakanlar Kurulu olmadığı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da cumhurbaşkanına bağlı olduğu için, kanun hükümlerini cumhurbaşkanı yürütecek"dedi.

Daha sonra konuşan Ankara Mimarlar Odası Başkanı Tezcan Karakuş Candan ise, Anayasa değişikliğinin fiili durumu resmi durum haline getirmek için yapılmak istendiğini söyledi.

Şu anda 500'e yakın kamu davasını takip ettiklerini, açılan davalarda en çok yetki tartışmasıyla karşılaştıklarını, ruhsatlara bile dava açamaz duruma geldiklerini belirten Candan, hukukçularla çok yakın çalışmalar yaptıklarını ancak son dönemlerde mahkemelerden beklenen kararları alamadıklarını bildirdi.

Çevreyi bir kaynak olarak değil, korunması gereken bir değer olarak gördüklerini kaydeden Candan, neo liberal politikalarla ters düştüklerini vurguladı.

Konuşmalardan sonra soru cevap bölümüne geçildi. Panel sonunda TBB Yönetim Kurulu Üyesi, Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Av. Ali Arabacı, sonuç bildirgesini okudu.

SONUÇ BİLDİRGESİ

ÇEVRE HAKKI İÇİN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE "HAYIR"

Anayasamızın 56. maddesinde ifadesini bulan, çeşitli uluslararası sözleşme ve konferanslarda temel bir insan hakkı olarak kabul edilen "çevre hakkı", 16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak "referandum"la yasalaşması hüküm altına alınan Anayasa değişikliği ile geri dönülmesi zor bir tehlike altına sokulmaktadır.

21.01.2017 tarihinde kabul edilip, 11.02.2017 tarih ve 29976 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"la "rejim" ve "sistem" değişikliğine varan değişiklikler öngörülmektedir; hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına ve kuvvetler ayrılığına, hukuk devleti ilkelerine dayalı parlamenter sistem ortadan kaldırılırken, ya da yürütmenin vesayetine terk edilirken, 20. yüzyıl öncesi ve sonrası "diktatoryal" bir "siyasal sistem" e benzer, demokratik siyasal sistemler içinde tanımlanmamış bir yönetim modeli getirilmek istenilmektedir.

Bu yönde yapılacak anayasal değişiklikler, laikliği, Cumhuriyetin temel değerlerini ve diğer demokratik hak ve özgürlükleri tehlikeye attığı gibi, "çevre hakkı" da bundan nasibini alacaktır.

Kural olarak çevre politikalarını devlet adına yasam ve yürütme organları yürütür; denetimini ise yargı yapar. Oysa, değişiklikle yasama organına ait yetkilerin büyük bir bölümü, yürütmenin başı kabul edilen "Cumhurbaşkanı"na verilmektedir. Cumhurbaşkanı, "Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi" adı altında, normlar hiyerarşisinde Anayasa'dan sonra, fakat kanunlardan önce bir güce sahip yasa koyma yetkisine sahip olmaktadır.

Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu ise ilga edilmektedir.

Bunun anlamı şudur;

Çevre Kanunu ve diğer kanunlarda Başbakana ve Bakanlar Kurulu'na verilen tüm yetkileri, tek başına cumhurbaşkanı kullanacak demektir. Tehlike bu kadarla da sınırlı değildir; cumhurbaşkanı, "cumhurbaşkanlığı kararnameleri" ile bir başına çevre mevzuatını dilediği şekilde değiştirebileceği gibi, yargı üzerindeki vesayeti ile yargısal denetimi de etkisiz kılabilecektir.

Söz gelimi, kendisine "Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkilerini düzenleme, kamu tüzel kişilikleri kurma, lağvetme" yetkisi verilen Cumhurbaşkanı, dilediği zamanda, dilediği şekilde, Çevre Bakanlığı da dâhil tüm bakanlıkları kaldırabilme, yeniden düzenleyebilme yetkisine sahip olacaktır.

Aynı şekilde, Çevre Kanunu ve çevrenin korunmasına dair bütün kanunlarda çıkarılması öngörülen, ÇED Yönetmeliği de dâhil tüm yönetmelikleri ve sosyal hakları istediği gibi düzenleyebilecektir.

Daha da önemlisi 6745 sayılı "Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" un 80. Maddesi ile Bakanlar Kurulu'na verilen muğlâk, keyfi, sınırsız, yolsuzluğa açık; "Proje bazlı yatırımlara diğer kanunlarla getirilen izin, tahsis, ruhsat, lisans ve tesciller ile diğer kısıtlayıcı hükümlere istisna getirilebileceği, yatırımları hızlandırmak ve kolaylaştırmak amacıyla yasal ve idari süreçlerde düzenleme yapılabileceği" ne dair yetki, bu kez, Bakanlar Kurulu'nun kaldırılmasıyla Cumhurbaşkanına verilmektedir.

Yine, Kamulaştırma Kanunu Md. 27 uyarınca, Acele kamulaştırmaya cumhurbaşkanı karar vereceği gibi, Turizmi Teşvik Kanunu Md. 4-7 uyarınca da Turizm bölge ve merkezleri cumhurbaşkanınca tespit edilecektir.

Bu bölgelerdeki devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan kıyılar, ormanlar, meralar, ağaçlandırma alanları Cumhurbaşkanının kararı ile yerli ya da yabancılara tahsis edilebilecek, bu bölgelerde yapılacak yatırımlara hangi teşviklerin verileceği ve verilecek teşviklerin hangi yatırımlara ne şekilde ve ne ölçüde uygulanacağı da Cumhurbaşkanının yetkisinde olacaktır.

Cumhurbaşkanı bu yetkilerini, herhangi bir sürece tabi olmaksızın doğrudan kullanabilecektir. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri aleyhine Anayasa Mahkemesi'ne gidilse, iyimser bir yaklaşımla Mahkeme de kararnameyi iptal etse bile, Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümeyeceği için Cumhurbaşkanı amacına ulaşmış olacaktır.

Diğer yandan Cumhurbaşkanı, "Üst kademe kamu yöneticilerini atama, görevlerine son verme ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları düzenleme" yetkisi ile donatılmıştır.

Böyle bir hükümde hiçbir kamu görevlisi, kendisini güvende hissedemez ve aklın, bilimin öncülüğünde, toplum yararına, objektif ilkelere uygun, dürüstçe görevini yerine getiremez.

Çevre özelinde ise, ne Koruma Kurulu üyeleri, ne yargısal denetim yapacak yargıçlar, ne o mahkemede görevlendirilecek kamu görevlisi bilirkişiler, ne yatırımlara izin vermeye, denetlemeye yetkili kamu görevlileri v.d. üzerlerinde herhangi bir baskı ve korku hissetmeksizin, özgürce, bağımsızlık ve dürüstlük kuralları içinde karar veremeyecekler, görevlerini hukuka uygun yapamayacaklardır.

Anayasada yapılmak istenilen bu değişikliklerle Türkiye, keyfi, hakka ve hukuka aykırı, adaletsiz, anti demokratik, toplum ve ülke yararlarını esas almayan, bireysel ve partisel çıkarların ön planda olduğu totaliter yapıda, çağ dışı bir düzenle karşı karşıya kalacak, kıyılarımız, ormanlarımız, doğal kaynaklarımız ve kentlerimiz, kontrolsüz, denetim dışı, daha kolay hoyratça, talan ve yağma edilebilecektir.

Türkiye, diğer haklar gibi, Anayasa ile, uluslararası sözleşmelerle tanınmış olan çevre hakkını, bütünüyle, "kullanamama" tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu tehlike, kısmen de olsa ancak, 16 Nisan Referandumunda "hayır" demekle önlenebilir.

Kamuoyuna saygıyla sunulur.

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ ve İSTANBUL BAROSU ÇEVRE ve KENT HUKUKU KOMİSYONLARI