Açış Konuşması

6047
TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI AV.V.AHSEN COŞAR’IN  “25 KASIM/ULUSLARARASI KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE GÜNÜ” NEDENİYLE DÜZENLENEN  “CİNSEL DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLAR” KONULU PANELDE YAPTIĞI AÇIŞ KONUŞMASI

Sayın Cumhuriyet Başsavcım,
Değerli Hakim, Savcı, Avukat Meslektaşlarım,
Ankara Adliyesi’nin Değerli Çalışanları,
Değerli Konuklar,

Türkiye Barolar Birliği olarak “Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” nedeniyle düzenlediğimiz “Cinsel Dokunulmazlığı Karşı Suçlar” konulu etkinliğimize hoş geldiniz.

Etkinliğimize konuşmacı olarak katılan değerli konuşmacılara, izlemek için gelen siz değerli konuklara, etkinliğin yapıldığı bu salonu bizlere tahsis eden Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Sayın İbrahim Ethem Kuriş’e, Kadınlar İçin Hukuk İnisiyatifi’nin değerli üyelerine Türkiye Barolar Birliği adına, kendi adıma teşekkür ediyor, hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum.

Anne ve babaların, üvey anne ve babaların, yakın veya uzak akrabaların, çocuk bakıcılarının korumaları ya da bakımları altındakilere, yine herhangi bir işyerinde mevki ve makam sahibi olanların maiyetlerinde bulunanlara, sokakta ya da caddede yürüyenlere, çarşıda veya pazarda dolaşanlara cinsel tacizde ya da istismarda bulunulduğuna dair haberlerin sayısının giderek artması, aile içi şiddet olaylarındaki korkutucu tırmanış, erotik düşüncelerimizin ve yakın ilişkilerimizin mutlu insanlardan, mutlu çiftlerden çok kurbanlar, tacizci veya istismarcı sapıklar yarattığına inanmaya yönlendiriyor bizi.  

Kuşkusuz cinsel dokunulmazlığa karşı suç işlenmesi yeni bir şey değildir. Dün de olan, ondan önceki gün de olan ve hatta insanlık tarihi boyunca hep var olan bir şeydir. Sadece bizim toplumumuzda değil, her toplumda olan bir şeydir. Hiç kuşku yok ki, yarın ya da ondan sonraki gün ve günlerde de olacak olan bir şeydir. Esasen aşkın ve cinselliğin tarihi, erotik arzunun ve beğeninin aynı zamanda hak ihlallerine, cinsel suçlar ile istismara, zevkin yanı sıra acıya, mağduriyete yol açabileceğine ilişkin pek çok kanıtla doludur. Ama bunların hiçbirisi ortak toplumsal hafızamızda günümüzde olduğu kadar yer etmemiştir.

İstismarcı cinselliğin, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçların bu denli artması ve yaygınlaşması, sanırım bize toplum ruhunun yönü ve durumu hakkında bir şeyler söylüyor. En başta söylediği şey, sanırım romantizmi, romantik aşkı kaybetmiş olmamızdır. Romantik aşkın sunduğu çerçeve bize cinselliğin gerilimini, uçukluğunu, sapkınlığını denetim altına alma ve bunlara katlanma konusunda yardımcı oluyordu. Romantik aşkın ya da yüceltmenin yerine ikame edilebilecek bir değer kalmadığında, geriye sadece kaygıyla arzunun, rahatlama ile doyumun birbirlerinden ayırt edilemediği bir boşalma durumu kalıyor. Bu türden sağlıksız boşalmanın muhatabı ise, genellikle etraftaki en yakın ve en çaresiz kişiler oluyor.

Değerli Konuklar,

Amerikalı psikolog Michael Vincent Miller’in “İkili İlişkilerde Terörizm/Erotik Yaşamın Yozlaşması” isimli özgün eserinde ifade ettiği üzere, romantik aşk, ergenliğin özerklikle yakınlığı bütünleştirme sürecini henüz tamamlamamış olan toplumlara uygun düşen bir cinsel yakınlık idealidir. Bu yakınlık ideali sabır, umut, çabalama, gizliliğe özen gösterme gibi erdemleri yüceltiyordu. Romantizm imgelemi bize, sevdiğini takip eden, düşünen bir sevgili imgesi sunuyordu. Taciz, istismar imgelemi ise sadece kendisine bağımlı birini sevgi adına kurbana dönüştürerek tatmine ulaşan bir zorbayı veya sapığı sunuyor.

Taciz ve istismar kültürü, insan ilişkilerinde cinselliğin, birbirini seven iki insan arasında hayal edilebilecek en yakın birliktelikten, otoriteye sahip kişilerin korunma, ilham, kılavuzluk ve hatta hayatta kalmak için kendilerine bağımlı kişilere karşı çirkin bir şekilde iktidarlarını kullanmasına varana kadar son derece geniş kapsamlı bir alanı içine alabileceğini hatırlatan hastalıklı belirtilerle doludur. Bu geniş kapsamlı alan içerisinde sevgililer, yakınlık ve karşılıklı zevk alma adına birbirlerinin duyarlı noktalarına dokunurlar; istismarcılar ve tacizciler ise, aynı şeyi, işlerinin istedikleri gibi yürümesi için kendilerine bağımlı kişilere yaparlar.

Bütün bunlar, eşitlik ve karşılıklı özgür irade temelinde cinsel aşkı sürdürmeye yetecek kadar kendimize ve başkalarına karşı olan inancımızı ve güvenimizi yitirdiğimizi gösteriyor. Dahası birbirimize saygı duymamızı sağlayan toplumsal, siyasal, tinsel değer ve fikirler bizi terk etmiş gibi görünüyor.  Bir başka deyişle, temel bir uygarlık anlayışına dayanan duygu ve davranışlardan giderek uzaklaşıyoruz. Medyanın, özellikle bir kısım televizyon kanallarının izlediği yayın politikalarının da bunda önemli ve olumsuz etkileri var. Bu bağlamda cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarla ilgili haberler günümüzde büyük bir hızla yayılmaya, toplumun her bir bireyinin hafızasına nüfuz edecek dedikodulara, görüşlere, analizlere ve imgelere dönüştürülür oldular. Sanırım medyanın bu konuda oto-kontrol yoluyla bir duyarlılık geliştirmesine ihtiyaç var. Aynı şekilde yargının da önüne gelen olaylarda N.Ç. davasında olduğu gibi kamu vicdanını rahatsız etmeyecek kararlar vermesi gerekiyor.

Kuşkusuz bu kötüye gidişin psikolojik, sosyolojik, ekonomik, siyasal nedenleri ve bunların çözümleri vardır. Bunları az sonra konunun uzmanı olan değerli konuşmacılarımız ifade edecekler. Ben sözü onlara bırakmadan ve onların daha fazla zamanını almadan bir hususa daha değinerek sözlerime son vereceğim.

Değerli Konuklar,

Biz hukukçular, mesleğimizin özelliğinden olsa gerek kadına yönelik şiddet dahil her türlü şiddeti, cinsel dokunulmazlığa yönelik eylemleri, bu bağlamda cinsel tacizi ve istismarı utanç temelinde değil, daha çok suçluluk temelinde değerlendiririz. Gerçekte ise bütün bunlar suç oldukları kadar, hatta daha çok bir utanç, bir insanlık utancıdır. Karl Marks’ın özlü ifadesiyle “İnsanın yaptığı en büyük duygusal devrim, utanma duygusudur.” Bu duygusal devrimi kendi içinde ve kişiliğinde yapamayanların, yani utanma duygusu olmayanların başvurduğu araç şiddettir, cinsel saldırıdır, cinsel istismardır. Aile içi şiddet olsun, her türden cinsel saldırı ve taciz olsun, bütün bunlar muhatabını “ötekiliği” kabul edilen, saygı gören bir özne olmaktan çıkarıp duygularına ve bedenine zarar verilebilecek ve hatta ortadan kaldırılabilecek bir nesne olarak ele alan ilişkisel bir eylemdir. Kadına yönelik şiddet de dahil her türlü şiddetin, cinsel saldırının ve tacizin kökeni; modern toplumun yarattığı tatminsizliğin, yalıtılmışlığın, ikiyüzlü bir ahlakın, saldırganlığın, aşkı, sevgiyi, arkadaşlığı, dostluğu beceremeyen bir toplumun damgasını taşır. O nedenle, birey ve toplum olarak arınmamız, tedavi olmamız, aşk gibi, sevgi gibi, arkadaşlık, dostluk gibi, yardımlaşma, dayanışma gibi insani değerleri öne çıkarmamız, bunları korumamız gerekir.    

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.
   
Av.V.Ahsen Coşar
Türkiye Barolar Birliği Başkanı