Açış Konuşması

11802
 

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI’NIN 12 KASIM 2010 TARİHİNDE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ’NDE “AVUKATLIK MESLEĞİ” ÜZERİNE YAPTIĞI KONUŞMA

 
 
  

Sayın Dekanım,

Değerli Hocalarım,

Sevgili Gençler,

 

Sizleri Türkiye Barolar Birliği adına, kendi adıma sevgi ve saygı ile selamlıyor, bana sizlere hitap etmek, sizlerle sohbet etmek olanağı ve fırsatı verdiği için Sevgili Adem Hocama en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu vesile ile bir şeyi daha ifade etmek istiyorum; mezunu olduğum, feyiz aldığım, yetişmemde emeği, bende hakkı olan İstanbul Hukuk Fakültesi’nde ve bir zamanlar ders dinlediğim bu salonda bugün sizler ile birlikte olmak benim için gerçekten çok büyük bir mutluluk ve keyif nedenidir. Bunu özellikle bilmenizi isterim.

Benim sunuşum iki bölümden oluşacak. İlk bölümde sizler için hazırladığım konuşmamı sunacağım. Bu bölüm yaşama dair şeylerle başlayacak, biz yaşlıların siz gençlere karşı kullandığı en önemli argüman olan deneyimi ve nasihatı içerecek ve daha sonra avukatlık mesleğine bağlanacak. İkinci bölümde ise sohbet edeceğiz. Yani sizler soracaksınız, ben yanıtlayacağım.

Sevgili Gençler,

Benim söyleyeceklerim yeni ve çok önemli şeyler olmayacak. Daha önce söylenmiş olanların bir çeşitlemesi ve belki de tekrarı olacak. Bunu özellikle bilmenizi isterim. Bir şeyi daha bilmenizi isterim, onu da kısmen Karl Popper’den ödünç alarak, kısmen de ondan esinlenerek söyleyeceğim. O da şu; Benim söyleyeceklerimi lütfen telkin olarak kabul etmeyiniz. Söyleyeceklerimin hiçbirine inanmayınız. Sizler, her şeyi biliyor olabilirsiniz, ama ben hiçbir şey bilmiyorum. Ben ve benim gibi düşünenler, sadece tahmin edebiliyoruz. En sağlam bilgimiz, üç bin yıllık bir süreç içinde insanlık olarak yarattığımız büyük doğabilimsel bilgimizdir. O da, sadece tahminlerden ve varsayımlardan ibarettir.

Kesin bilgi isteyen ve onsuz olamayacağına inanan insanlar, tehlikeli ölçüde telkine gereksinim duyan insanlardır. Bu konumdaki insanlar, kesinlik, güvenlik, otorite, lider olmaksızın yaşamaya cesareti olmayan insanlardır. Çocukluk çağında kalmış olan insanlardır. Ama kesin bilgi, mutlak doğru diye bir şey yoktur. Bilim doğruluk arayışıdır, kesinlik arayışı değildir. Doğruluk, gerçeklik ise, mutlak doğruluk, mutlak gerçeklik değildir. Doğruya belki sadece yaklaşabiliriz, ama mutlak doğruya, kesinliğe asla ulaşamayız.       

Bilim sorularla başlar. Soruları, sorunları akılla, yaratıcı kuramlarla yanıtlamaya ve çözmeye çalışır. Çoğu kuram esasen yanlıştır veya doğruluğu denetlenemez. Onun için değerli olduğu düşünülen kuramlarda dahi hata ararız. Hataları bulmaya ve gidermeye çalışırız. Hatalardan ders alarak, dersler çıkararak yolumuza devam ederiz. Amiple, Einstein arasındaki fark da budur: amip hata yapmaktan hiç hoşlanmaz, Einstein ise, hata yapmaktan korkmaz, sürekli hatalarını arar, yoluna hata yaparak devam eder.

Bu sözlerimin kıssadan hissesi şudur: İnsanların, insan olarak hepimizin hata yapmak hakkı vardır ve bu haktan asla vazgeçmemiz gerekir. Bu haktan, hakkımızdan vazgeçersek eğer, ilerleyemeyiz, kendimizi geliştiremeyiz, düzeltemeyiz. Yeter ki hatalarımızdan ders alalım, aynı hatayı ikinci kez yapmayalım.  

Fikirlere, çatışan fikirlere gereksinmemiz vardır. Bu fikirleri nasıl eleştirip, iyileştirip, eleştirel olarak sınayabileceğimize dair fikirlere gereksinmemiz vardır. Onun için çürütülene kadar kuşkulu fikirleri dahi hoş görmeliyiz. Esasen en iyi fikirler bile kuşkuludur. Kuşkusuz olan bir şey varsa, o da, hiçbirimizin, karşısında hazır olda durmak zorunda olduğumuz bir fikir bulunmaması, hakikat tekeline hiçbirimizin sahip olmamasıdır.

Askerlerden daha asker oldukları için kırmızı çizgileri olanlar ile onların müritlerine, hakikat tekeline sahip olduklarını sananlara, askerlerimizden daha çok asker olan sivillerimize ve hepimize, bir asker, önceki Genel Kurmay Başkanlarından Sayın Hilmi Özkök Paşa şunları söylüyor : ‘Sizlere tavsiyem, hiçbir zaman herhangi bir konuda ileri sürülen bir fikre karşı önyargıyla hareket etmeyiniz. Çok aykırı fikirlerle karşılaşabilirsiniz, ama bu fikirlere vatan haini bir düşünce gibi çok iddialı bir önyargıyla yaklaşırsanız, fikirlerden istifade marjını daha başlangıçta sıfırlamış olursunuz. Asimetri yaratacak fikirlerden ürkmeyiniz. Bazen onlara bakar yanlış, bazen de çok doğru olduğumuzu anlayabiliriz. Uygarlık karşı fikirlerin çarpışmasıyla gelişmiştir. Hakikat kıvılcımı fikirlerin çatışmasından doğar. Yenilikler hep karşı fikirler sayesinde ortaya çıkmıştır. Öncelikle, insanların düşünce yapısı değişimleri algılayacak şekilde hazırlanmalıdır. Daha sonra zaten eylemler kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Eylem merkezli karar süreçlerinin yerini, düşünce merkezli yaklaşımlar almalıdır.

 

Sevgili Gençler,

İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özelliği onun akli yeteneğidir. İnsan bu yeteneği sayesinde yaşamını sürdürebilir, düşünür, bilgi edinir, karar verir. Bilgiyle, fikirle, düşünme ve akılla hareket etme insani özelliklerdir, ama aynı zamanda özerk birey olmanın da asgari gerekleridir. Zira insan, akli yeteneğini kullanabildiği, bilgi ve fikir sahibi olduğu, kendi kararlarını bizzat kendisi verdiği, bağımsız hareket ettiği, düşünenlerin düşünmeyenlerin müdahalesinden veya başkaları ile aynı fikirde olmaktan ya da olmamaktan özgür olduğu ölçüde birey olur. Onun için birey olmak özgür olmak, özerk olmak demektir. Esasen rasyonel bir akıl baskı altında işlevini yerine getiremez; rasyonel bir akıl gerçeği algılamasını başkalarının emrine, talimatlarına, yönlendirmesine teslim etmez; bilgisini, kendi doğru anlayışını başkalarının fikrine, tehditlerine, isteklerine, açık veya gizli planlarına, çıkarlarına kurban etmez. Böyle bir akla, böyle bir kişiliğe başka biçimde düşünen, başka çıkarları ve planları olan birileri engel olmaya çalışabilir, bu kişi susturulabilir, hapse atılabilir ve hatta öldürülebilir, ama ona baskı yapılamaz, özgürlüğü ve özerkliği onun elinden alınamaz.

Amerika’nın Bağımsızlık Bildirisi’nde arka arkaya sıralanan üç temel hak vardır: yaşama hakkı, özgürlük hakkı, mutluluğu arama hakkı. Dikkatinizi çekerim, mutlu olma hakkı değil, mutluluğu arama hakkı. Bu, bir insanın mutluluğa ulaşmak için gerekli gördüğü şeyleri yapma hakkına, yani özgür olma hakkına sahip olması anlamına gelir; başkalarının onu mutlu etmesi gerektiği anlamına gelmez.

Yurttaş, siyasi toplumun, yani devletin, bir dizi hak bahşedilmiş, ama aynı zamanda sorumluluk da yüklenmiş üyesidir. Onun için yurttaşlık, bireysel var oluşun kamusal yüzüdür. Bireysel var oluş, yani birey olma toplumsallaşmayı gerektirir. Onun için birey olma sürecini tamamlayamamış olanlar, ne özgür olabilirler, ne özerk olabilirler, ne toplumsallaşabilirler ve ne de demokrat olabilirler. Yani kendi kendini yönetemezler, başkalarının kendisini yönetmesine izin verirler. Ne yaratabilirler, ne de kendilerini örgütleyebilirler. Öyle oldukları için de, anonim her söylemi akıllarının süzgecinden geçirmeden benimserler, kendi dillerinde yeniden üretirler, kendilerini yaptıkları işle, ürettikleri ve yarattıkları değerlerle değil, ırk, inanç, köken, ideoloji gibi aidiyetlerle tanımlarlar; ideoloji merkezli, sınıf merkezli, din merkezli, grup merkezli, parti merkezli, iktidar merkezli, muhalefet merkezli, cemaat merkezli düşüncenin ve söylemin marjlarına kolayca itilirler.

İnsanları bu marjlara itenleri ve bu marjlara itilenleri çok değil biraz olsun dinlemek, yeni fikirlere, yeni gerçeklere, yeni duygulara, yeni tutumlara, yaşama biçimlerinin yeni işaretlerine tamamen kapalı zihinlerin fanatik hoşgörüsüzlüğünü bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermeye yeter. Asla okumadıkları kitapları, asla tanımadıkları insanları, asla anlayamadıkları fikirleri, isimlerini telaffuz dahi edemedikleri düşünceleri ve öğretileri aşağılayan, küçümseyen bu insanların yarattığı kirlilikten uzak durmak, rahmetli Uğur Mumcu’nun özlü deyişiyle ‘bilgi sahibi olmadan görüş sahibi olmamak’ gerekir.

Toplum yaşamı sivil katılımı gerektirmekle, ancak birey olma sürecini tamamlamış olan yurttaşlar, sahip oldukları haklar, yetkiler ve eğer bilincinde ve farkında iseler, taşıdıkları sorumluluklar ölçüsünde yaşadıkları toplumun sivil hayatına katılabilirler, sağlıklı ve dinamik bir sivil toplumun oluşmasına katkı yapabilirler.
 
Sevgili Gençler,
Üniversitelerin geleneksel işlevleri, öğrencilerin kültür miraslarını tanımalarını, kendi zihinsel ve yaratıcı yetilerini kavramalarını ve bir insan olarak sorumluluklarını bilen kişiler olarak, yani birer birey olarak yetişmelerini sağlamaktır. Bu işlevlerini yerine getirebilmek için üniversitelerin özgür, özerk ve bağımsız olmaları gerekir. Bu ise ancak özgür, bağımsız, özerk akademisyenler ve öğrencilerle mümkün olur. Kaldı ki üniversite bilimsel çalışma yapılan yer, bilim de özgürlük olmakla, ister öğrenci, isterse akademisyen olsun üniversite mensubu olmak, özgür düşünceyi savunan birey haline gelmek, kulluğun, müritliğin, örgüt ya da parti köleliğinin yerine bağımsız, özerk, özgür kişiliği koymak demektir.
 
Bütün bu söylediklerimin benim konuşmamın konusu olan ‘Avukatlık Mesleği’ ile ne ilgisi var diye düşünüyorsanız eğer, çok ilgisi var. Buraya kadar ifade ettiklerimin ana fikri, kıssadan hissesi şudur; genç insanlar olarak bir gelecek inşa etmeye çalışıyorsunuz. Hedefiniz belki avukat olmak, belki de yargıç veya savcı olmak. Hedefiniz bu mesleklerden hangisi olursa olsun, bu mesleklerin hakkını verebilmek için kendinizi özgür, özerk bir birey olarak inşa etmek zorundasınız. Zira avukat ya da yargıç veya savcı olmak için her şeyden önce özgür ve özerk bir birey olmak gerekir. Eğer bunu yapmazsanız, yapamazsanız, avukat olursanız avukatlık mesleğine, yargıç olursanız yargıçlık mesleğine, savcı olursanız savcılık mesleğine, yani yargıya, akademisyen olursanız akademisyenliğe ve üniversiteye ihanet edersiniz. ‘Mesleğe ihanetle başlar her şey’ diyor Sait Faik. Doğru da söylüyor. Mesleğinize ihanet ettiniz mi, sonra ve sırasıyla arkadaşlarınıza, dostlarınıza, düşüncelerinize, inançlarınıza, bilime, ülkenize ihanet edersiniz.   

Çağımızın yaşayan en önemli bilgelerinden olan Noam Chomsky, ‘Umutlarım ve sezgilerim o yöndedir ki, tatmin edici ve yaratıcı çalışma insanın temel ihtiyaçlarından birisidir’ diyor ve şunları söyleyerek devam ediyor: ‘Bir güçlüğün üstesinden gelmenin, bir işi iyi yapmanın ve belli bir hüner ile ustalık göstermenin hazzı hem gerçek ve önemli, hem de tam ve anlamlı bir yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. Aynı sözler, başkalarının genellikle bizim çapımızı aşan başarılarını anlayıp onlardan yararlanma ve başkalarıyla işbirliği içinde yapıcı çalışmalara girme fırsatları için de geçerlidir.

O halde avukat da olsanız, yargıç veya savcı da olsanız mesleğinizden haz almanız, tam ve anlamlı yaşamanız için işinizi iyi yapmanız, işinizde hüner ve ustalık göstermeniz, doyurucu ve yaratıcı bir çalışma içinde olmanız, başkalarının başarılarını anlayıp takdir etmeniz, onlardan yararlanmanız ve başkalarıyla işbirliği içinde çalışmanız gerekir.

Sevgili Gençler,

İnsanlık tarihinin ilk zamanlarında ‘zorbalıkla-kaba güçle’ eş anlamlı olan ve o şekilde uygulanan hak arama özgürlüğü, günümüzde başta anayasalar olmak üzere, yasalarla, uluslararası sözleşmelerle tanınan, düzenlenen, kullanılabilen ve güvence altında olan bir özgürlüktür.

Hak aramanın bağımsız ve tarafsız bir kurum olan yargı yolu ile elde edilmesi, aşama aşama gelişen ve gerçekleşen bir hukuksal aydınlanmanın sonucudur.

Hak arama özgürlüğünün kullanılmasında ve korunmasında hukuki yardımda bulunan, bu amaçla bireyin yanında yer alan, bilgisini ve zamanını hak arayan kişi veya kişilere özgüleyen hak arama/savunma mesleğinin onurlu temsilcileri ise avukatlardır.

İnsanız. Her toplumda melekler olduğu kadar, şeytanlar da vardır. Birey olarak hepimizin sağlıklı, olumlu yanlarımız olduğu kadar, yanlış ya da hasta yanlarımız da vardır. Onun için Fransızlar ‘Herkesin dolabında bir ceset vardır’ diyor. Esasen, herkes melek olsa idi, hukuka, yasalara, avukat, yargıç ve savcılara gereksinme de olmazdı.

Ruh sağlığımız yerinde olsun veya olmasın, melek ya da şeytan olalım, fark etmez, suç denilen şey hiçbirimizin uzağında değildir. Hiç suç işlememiş olmak, ileride de suç işlemeyeceğimiz anlamına gelmez. Hepimiz her an suç işleyebiliriz. Ve hatta suç işlemeden, bir suç isnadına, iftiraya maruz kalabiliriz. Ya da hukuki bir çekişmenin tarafı olabiliriz. Böyle bir konumda her halde aklımıza gelecek ilk şey kendimizi savunmak, hakkımızı aramak olacaktır. Kendimizi savunmak veya hakkımızı aramak durumunda kaldığımızda, profesyonel bir desteğe gereksinmemiz olacağı açıktır.

İşte! Bu gibi durumlarda bizlere profesyonel yardım yapacak olan kişiler, savunma mesleğinin uzmanları olan avukatlardır. Charles Dickens’in özlü deyişi ile ‘kötü insanlar olmasaydı, iyi avukatlar olmazdı’. O halde, avukatlara ihtiyacımız var. Bugün olmasa bile, bir gün herkesin bir avukata ihtiyacı olabilir. Bunu esas aldığımızda, savunma hakkının, bu hakkın takipçisi ve onun uzmanı olan avukatın önemi ve değeri ortaya çıkar.

Sevgili Gençler,

Avukatlık yasamızdaki düzenlemeye göre, savcı ve yargıç ile birlikte yargılama faaliyetinin üç kurucu unsurundan birisi olan savunma mesleğinin kökleri eski Yunan’a kadar gider. Tarihin yazımlayabildiği kadarıyla ilk Baro Atina’da kurulmuştur.

Dracon ve Solon Atina Barosu’nun ilk avukatlarıdır. Eski Yunandaki kabule göre, ancak özgür kişiler avukatlık yapabilirlerdi. Kölelerin avukatlık yapma hakkı yoktu. Bunun nedeni avukatlık mesleğinin asil/onurlu bir görev olarak kabul edilmesiydi.

Roma’da yalnız özgür olan erkekler avukatlık yapabiliyordu. Bekar kadınların baba, evli kadınların ise koca otoritesi altında oldukları, bu bağlamda bağımsız olmadıkları gibi bugün bizim asla kabul edemeyeceğimiz nedenlerle avukatlık yapma hakları yoktu.

Ücret almak utanç verici kabul edildiği için, ilk zamanlarda avukatların ücret almaları yasaktı. Bununla birlikte avukat olmak Roma’da önemli mevkileri elde etmenin bir aracıydı. Bu bağlamda, konsül olduğu zaman Cicero avukattı. Aynı şekilde Cesar da Roma Barosu’na kayıtlı avukattı.

Kaba gücün, işkencenin, engizisyonun egemen olduğu Ortaçağ’da avukatlık mesleği çok fazla bir gelişme gösteremedi. Zira bu süreçte kanıtlar, işkence ve itirafla elde edildiği için savunma gereksiz kabul ediliyordu.

Avukatlık mesleği Rönesans ile birlikte yeniden gelişme göstermeye başladı. Bu dönemde avukat, ‘Yumuşak, sakin, Tanrı’dan korkan, gerçeği ve adaleti seven kişi’ olarak tanımlanıyordu. Yine bu dönemde Fransa’da avukatlar mesleklerini ikamet ettikleri yer dışında da yaptıkları için ‘adaletin gezici şövalyeleri’ olarak isimlendiriliyordu.

18. Louis’nin ‘Fransa Kralı olmasaydım, Bordeaux’da avukat olmak isterdim’ dediği rivayet edilir.

Montesquieu’nun, ‘Lettress Persanes’ isimli eserinin kahramanı olan yargıç: ‘Avukatlar bizim için canlı kitaplardır. Görevleri bizi, aydınlatmaktır.’ der. Gerçekten öyledir. Davayı, özellikle hukuk davalarını yargıcın önüne getiren, davaya konu iddiasını ve talebini öğretideki yazılarla, makalelerle, uygulamaya yön veren mahkeme kararlarıyla destekleyen avukattır, avukatlardır.    

Judge-made law”, yani “yargıç yapımı hukuk” olarak nitelendirilen İngiliz Hukuku’nun aksine, aynı hukuk ailesine mensup olan Amerikan Hukuku deyim yerindeyse tam bir “attorney-made law”, yani “avukat yapımı hukuk’tur. Zira Amerikan hukuk sisteminde avukat, yargılama faaliyetinde yargıca oranla daha aktif bir öznedir.

Yine kıta Avrupa’sındaki sistem içinde veya Anglo-Sakson sistemi içinde olsun, özel hukuk yargılamasında davayı mahkemenin önüne getiren, davayı biçimlendiren ve yürüten konumunda olmakla, özel hukukun gelişmesinde avukat yargıca oranla daha çok pay ve katkı sahibidir.

Bilirsiniz satrançta hamle önemlidir ve yapılan hamle asla geri alınamaz. Avukatlık mesleğinde de öyledir. Dava dilekçesi, cevap dilekçesi, yargılama aşamasında verilen diğer dilekçeler, sözlü beyanlar, bunların hepsi satranç oyunundaki hamleler gibidir. Bunların hiçbirisi geri alınamaz ve sahibini bağlar. Onun için avukat bütün bu hamleleri düşünerek, karşı hamleyi hesap ederek hesap yapmak  zorundadır. Satrançta yanlış hamlenin sonucu oyunu kaybetmek ise, avukatlıktaki yanlış hamlenin bedeli de davayı kaybetmektir.    
 
Avukatlık mesleği sadece bir bilgi mesleği değil, aynı zamanda bir cesaret mesleğidir. Özellikle siyasi davalarda avukat cesur olmalı, tutuklanmak dahil, başına her şeyin geleceğini bilmelidir.

Bu konu ile ilgili olarak iki örnek vermek isterim. Birincisi Marie-Antoinette’in avukatı Chaveau-Largarde, ikincisi, Napolyan’a suikasttan sanık Moreau’nun avukatı Bonnet.

Yargılama aşamasında “Ben, konvansiyona iki şey sunuyorum: Gerçeği ve kafamı. Birincisini dinledikten sonra, ikincisi hakkında dilediğiniz gibi karar verebilirsiniz.” diyen Chaveau-Lagarde savunmasının sonunda tutuklanmış, Bonnet ise Napolyon tarafından sürgüne gönderilmiştir. 

Sevgili Gençler,

Mesleğini yerine getirirken avukat özgür ve bağımsız olmalıdır. Esasen bağımsızlık avukatlık mesleğinin karakteridir. Onun için avukatlık bir serbest meslektir. Bu bağlamda avukat, hiç kimseden emir almamalı, bağımsızlığını zedeleyecek işleri ve görevleri kabulden kaçınmalıdır.

Esasen temel bir insan hakkı olan savunma, evrensel, tarihsel ve hukuksal bir perspektif içinde değerlendirildiğinde her şeyden önce özgür olmalıdır. Buradaki özgürlük, hiç kuşku yok ki ‘bir şeyden özgürlük/freedom from’ olarak tanımlanan ve müdahaleden hoşlanmayan ‘negatif özgürlük tür.

Avukatlık Yasası’nın 1.maddesi anlamında ‘yargının kurucu unsuru olan avukat, bağımsız savunmayı temsil eder’. Kanımca bu maddede vurgulanan ‘bağımsızlık’ kavramı, bağımsız veya özerklik olarak özgürlüğü içerir.   

İngiliz siyaset bilimcisi Norman P. Barry’nin, ‘Modern Siyaset Teorisi’ isimli kitabında referans aldığı eleştiricilere göre, negatif özgürlük, ancak değerli bir şeye katkı sağladığı sürece önemlidir ve bu değer de özerkliktir. Özerklik olarak özgürlük, bir kimseye açık olan seçeneklerin genişliğine ve çeşitli amaçların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan koşullara işaret ettiği için, o, sınırlamanın yokluğu anlamındaki özgürlükten daha fazla bir şeydir. Özerklik olarak özgürlük, en aşırı pozitif özgürlük teorilerinde olduğu gibi, bireysel subjektif tercihin devlet tarafından tamamen yok edilmesini gerektirmez, fakat soyut tercihleri gerçek fırsatlara dönüştürecek geniş kolaylıklar sunan kurumları talep eder.       

Uluslararası metinlere baktığımızda, 12 ülkenin baro temsilcilerinin 28.10.1988 tarihinde Strazburg’da yaptıkları toplantıda oybirliği ile kabul ettikleri Avrupa Birliği Barolar Konseyi Meslek Kurulları ile yine Avrupa Birliği Bakanlar Komitesinin Avukatların Özgürlüğü Metni, Sekizinci Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilen ve Havana Kurulları olarak da bilinen Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler çerçevesinde; hukuka saygı ilkesi üzerine kurulmuş bir toplumda önemli bir role sahip olan avukatın görevi, yasanın çizdiği sınırlar içinde sadece vekalet görevini özenle yerine getirmekle sınırlı olmayıp, hem adalete ve hem de hak ve özgürlüklerini savunmakla yükümlü olduğu yargılamaya tabi kişiler için vazgeçilmez değerdedir.

Ünlü Baro Başkanı Carpentier’e göre bağımsızlık: “Bütün bir fikri ve manevi alemi kapsayan, bütün düşünceleri, hasletleri, bireyi insan sürüsünden ayırıp onu insan kılan her şeyi kapsayan sözcüktür.”            

Avukatın bağımsız ve özgür olması gerektiği konusunda söylenmiş en güzel söz Molierac’a aittir. Şöyle diyor Molierac: “Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile, ne yargıca ve ne de iktidara tabiiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı.” 

M.Ö.237-142 yılları arasında yaşayan Ispartalı Caton’un tanımı ile avukat ‘konuşmasını, yazmasını, inandırmasını bilen namuslu adamdır.’ Tam da Caton’un ifade ettiği üzere avukatlık bir güven mesleği olmakla, avukat güvenilir kişi olmalıdır. Kamunun, müvekkilinin, yargıcın kendisine olan güvenini ve inancını sarsmamalıdır. Mesleğini özenle yerine getirmeli, sır saklamasını bilmeli, gerek adaletin, gerekse mesleğinin onurunu ve şerefini her şeyin üzerinde tutmalıdır.

Objektifliğini yitiren, müvekkili ile bütünleşen avukat, tarafsızlığını yitireceği ve taraf olacağı için müvekkilinin hakkını yeterince koruyamaz. Onun için yargıcın tarafsızlığı kadar avukatın tarafsızlığı da önemli olmakla, avukat görevini ifa ederken tarafsız kalabilmeli, bu bağlamda müvekkili ile bütünleşmemelidir.
 
Avukat üslupta yumuşak, eylemde sert olmalıdır. Bu bağlamda yazarken de, konuşurken de düşüncelerini ve argümanlarını nezaketle ortaya koymalı, hukuk dışı açıklamalardan kaçınmalı, savunma sınırını aşmamalı, düzeyini ve kalitesini hiç ama hiç düşürmemelidir. Böylesi bir davranış ve üslup daha etkili olacaktır.    

Meslekleri gereği hayatın tam içinde olan, toplumun hemen her kesimi ile temas halinde bulunan avukatlar, başka ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de pek çok sosyal sorumluluk projesinin destekçisi, kültürel, sanatsal, fikirsel veya hayır amaçlı derneklerin üyesidirler. Avukatlar ve barolar, sadece bunlar için değil, aynı zamanda hukuk devletinin yerleşmesi, toplumda hukuka aidiyet bilincinin gelişmesi, demokrasinin kurumsallaşması, özgürlükler alanının genişlemesi konusunda da çaba harcarlar. Avukatlar, statükoyla, statükonun korunmasından yana olanlarla sorunu olan bir mesleğin mensubudurlar. Bu nitelikleri ve özellikleri gereği avukatlar, dünyanın hemen her ülkesinde demokrasinin ve özgürlüklerin en yakın dostu ve teminatıdırlar.

Sevgili Gençler,

Paris Barosu önceki başkanlarından Rousse’ya göre avukat; “Bütün memleketlerin yerlisi, bütün yüzyılların çağdaşı”dır. Rousse’nun son derece isabetli olan bu tespitinden hareketle demek gerekir ki; tüm insanların dünyevi güçlerden ve ülkelerden özgürlük ve adalet konusunda doğru dürüst davranış standartları beklemeye, insan haklarına saygılı olmalarını istemeye hakları vardır.

Bu standartların, hukukun ve insan haklarının kasti veya gayri ihtiyari ihlallerine tanıklık etmek ve cesaretle karşı koymak avukatların ve baroların en önde gelen görevidir.

Onun için Avukatlar, belli bir kamu için ve o kamu adına mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi ya da tanıyı temsil etme, cisimlendirme, ifade etme yetisine sahip olan bireyler olmak zorundadırlar.

Mesleklerinin yüklediği bu sorumluluk avukatlara; kamunun gündemine sıkıntı veren, unutulan, sümen altı edilen sorunları getirmek, slogan, ortodoksi ve doğma üretmektense bunlara karşı çıkmak, kolay kolay hükümetlerin, muhalefetin, büyük şirketlerin, cemaatlerin, kimi güç odaklarının, hiç kimsenin ve hiçbir kuruluşun ya da topluluğun adamı olmamak, hukuk ve insan hakları ihlallerine tanıklık ve bunlarla mücadele etmek görevlerini yükler.

Dünya siyasi tarihinin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, başta Fransız İhtilali, Amerikanın Bağımsızlığı, dünyanın ilk yazılı anayasası olan Amerikan Anayasasının yapımı olmak üzere, devrim niteliğindeki tüm eylemlerde, dünya tarihini değiştiren ve dönüştüren tüm siyasi olaylarda, gerek eylem, gerekse düşünce lideri olarak avukatlar vardır.    

Sözlerime yukarıdaki tespitlerimi doğrulayan Amerikalı avukat Luis Land’in “Avukat” isimli şiirini okuyarak son vereceğim.

Ben Avukatım.

Kaba gücün yerine merhameti, adaleti, hakkaniyeti koydum.

İnsanoğluna diğerlerinin hakkına, mülkiyetine, hürriyetine saygıyı;

Vicdan, ifade ve toplanma özgürlüğünü ben öğrettim.

Haklı davaların sözcüsü;

Yoksulun, mazlumun, dul ve yetimin savunucusuyum.

Çarşıda pazarda onuru sürdürürüm.

Halkın sevmediği, popüler olmayan davaların şampiyonu benim.

Zulmün, baskının, bürokrasinin düşmanıyım.

On Emre giden yolu ben hazırladım

Yunanistan’da kölelerin, Roma’da esirlerin özgürlüğü için ben savaştım.

Stamp Act’le ben mücadele ettim.

İnsan Hak ve Özgürlükleri Bildirgesi'ni ben yazdım.

Köleleri ben savundum.

Kölelik karşıtıyım.

Kölelikten Kurtuluş Bildirgesini yayımlayan bendim.

Her ülkede, her iklimde haini cezalandırır, masumu korur, düşeni kaldırır, adaletsizliğe ve vahşete karşı çıkarım.

Tüm savaşlarda özgürlük için savaşan bendim.

Halkın yaygarasına ve çoğunluğun despotluğuna karşı duran benim.

Adaletin gerçekleşmesini engelleyen önyargı olmasın diye zenginleri savunur; Yoksulun tüm hak ve imtiyazları teslim edilsin diye davasında ısrar ederim.

Irk, renk, sınıf, cinsiyet ya da din ayrımı yapmaksızın insanlığın eşitliği için çalışırım.

Hilebazlıktan, dalavereden ve sahtekarlıktan nefret ederim.

Adaletten ödün vermekten ya da menfaati zıt iki müvekkile hizmet etmekten yasaklıyım.

Geçmişin muhafazakarı, bugünün liberali, geleceğin radikaliyim.

Adaleti ve hakkaniyeti gerçekleştirmek için uzlaşmaya inanırım;

Aynı nedenle şekilciliğin ve kırtasiyeciliğin Gordion düğümünü kesip atarım.

Tüm buhranlarda insanlığın lideriyim.

Dünyanın günah keçisiyim.

İnsanlığın haklarını avucumun içinde tutarım da, kendi haklarımı sağlamayı bir türlü beceremem.

Ben öncüyüm.

Geçmişten vazgeçecek, bugünü ve var olanı yıkmak isteyecek en son kişiyim.

Ben, adil hükümdar, dürüst yargılayıcıyım.

Mahkum etmeden önce dinler, herkes için en iyiyi araştırırım.

Ben Avukatım.

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.

 

 Av.V.Ahsen Coşar

Türkiye Barolar Birliği Başkanı