Açış Konuşması

5009

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI’NIN, TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ İNSAN HAKLARI MERKEZİ TARAFINDAN “İNSAN HAKLARI GÜNÜ” NEDENİ İLE DÜZENLENEN  “ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER” KONULU ETKİNLİKTE YAPTIĞI AÇIŞ KONUŞMASI
        
Sevgili Meslektaşlarım,

Değerli Konuklar,

İnsan Hakları Günü” nedeniyle Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi tarafından düzenlenen “Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri” konulu etkinliğe hoş geldiniz. Sizleri Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım adına, kendi adıma sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

En başta Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi Başkanı Sayın Rona Aybay ve yönetimimizin değerli üyesi sevgili Serhan Özbek olmak üzere bu etkinliğin düzenlenmesinde emeği olan herkese, görüş ve düşünceleri ile bizlerin ufkunu açacak olan değerli konuşmacılara ve elbette siz değerli katılımcılara yönetimimiz adına, kendi adıma en içten teşekkürlerimi sunuyorum.      

Değerli Konuklar,

Geride bıraktığımız yirminci yüzyıl, teknoloji alanında getirdiği olağanüstü buluşların yanında, rakipsiz bir siyasal örgütlenme modeli olarak demokratik ve katılımcı yönetimlerin kurulmasına tanıklık etti. Bu gelişme ve değişmelere bağlı olarak insan hakları ve siyasal özgürlük başta olmak üzere, diğer hak ve özgürlükler yirminci yüzyılla birlikte egemen retoriğin önemli ve vazgeçilmez parçası haline geldi.

Devlet, piyasa, hukuk sistemi, siyasi partiler, medya, sivil toplum kuruluşları, diğer kamusal çıkar grupları, bugün yaptığımız türden kamusal tartışma forumları; en başta insan hakları olmak üzere diğer hak ve özgürlükler ile demokrasi hususunda getirilen düzenlemelerin sunduğu yararların pasif alıcıları olmaktan daha çok, değişimin aktif  özneleri olarak görülen bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin artırılmasına, insan haklarının evrensel düzeyde kabul edilerek güvence altına alınmasına ve demokratikleşme sürecine önemli katkılarda bulundu.

Türkiye Barolar Birliği olarak İnsan Hakları Günü nedeniyle yaptığımız basın açıklamasında da ifade edildiği üzere, kategorik hukuk ilkeleri olarak hukuk felsefesinin merkezinde yer alan, özgürlük, eşitlik, adalet gibi ontolojik ve ahlaki değerden türeyen insan hakları, diğer bütün hak iddialarına göre ahlaki öncelik taşır. En geniş anlamda siyasal meşruluğun da ölçütü olan insan hakları, her insanın, sadece insan olması nedeniyle sahip olduğu özgürlük ve eşitlik değerlerinin başkalarınca tanınmasını ve her türden dış saldırıya karşı korunmasını gerektiren en üstün ahlaki taleptir ve diğer bütün ahlaki, hukuki ve siyasal taleplerden önce gelir.

Yaşamak için değil, onurlu bir yaşam sürmek için gereksinim duyduğumuz insan hakları, Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerinde de vurgulandığı üzere, “insanın, insan olarak özündeki onurdan” kaynaklanır. Bu öz insanın ahlaki doğasıdır.

İnsan hakları, sadece hayalleri, umutları, emelleri, önerileri, talepleri, övgüye değer düşünceleri değil, aynı zamanda haklara dayanan toplumsal değişim taleplerini de ifade etmekle, bu talepleri en başta kendi siyasal iktidarlarımız olmak üzere uluslararası topluma yöneltmemiz ve bu suretle insan hakları standartlarının egemen olduğu bir dünyanın gerçekleşmesine hep birlikte katkıda bulunmamız gerekir. Zira yirminci ve yirmi birinci yüzyılın egemen retoriği haline gelen insan hakları, modern toplumun standart tehditlerine karşı kişi onurunu korumak için insan zekasının bugüne kadar geliştirdiği en iyi ve tek yetkin siyasal ve hukuksal araçtır.

Amerikalı siyaset bilimci Jack Donnely’nin ozlü yaklaşımı ile insan hakları, birey ile devlet arasındaki ilişkinin temelini, insan hakları ile korunan alanlarda bireyin devlete önceliğine dayandırır. İnsan haklarının topluma ve devlete karşı ahlaki önceliği ve üstünlüğü vardır ve bunlar, aşırılığa kaçması halinde onları devlete karşı kullanabilen bireylerin sahipliğinde ve denetimindedirler. Bu, bütün bireylerin yalnızca eşit olduklarını değil, aynı zamanda özerk olduklarını -devletin veya yöneticilerin çıkarlarından farklı çıkar ve amaçlara ve bunları gerçekleştirme hakkına sahip bulunduklarını- da ifade eder.

Yine Donnely’den odünç alarak ifade etmek isterim ki, insan hakları talebi burjuvazinin kendi sınıf çıkarlarını koruma taktiği olarak başlamış olsa da, evrensel ve vazgeçilmez kişi hakları mantığı bu kökenlerden çoktan kopmuş durumdadır. Sosyo-politik bireyselleşme ve devlet kurma süreçleri Batıda gerçekleşmiş olmakla birlikte, bunlar zamanla bütün dünyaya yayılmıştır. Eşit ve özerk bireylerden oluşan bir toplumun yapısal temeli böylece, kökeninin tarihsel bakımdan özgül ve rastlantısal olmasına rağmen evrenselleşmiştir. O nedenle insan hakları, gitgide artan ölçüde, yalnızca ahlaki idealler olarak görünmemekte, aynı zamanda ve hatta daha çok insan onurunu korumak ve gerçekleştirmek için hem objektif ve hem de subjektif bir zorunluluk olarak görülmektedir.      

Değerli Konuklar,

Tüm insanların dünyevi güçlerden ve ülkelerden özgürlük ve adalet konusunda doğru dürüst davranış standartları beklemeye, insan haklarına saygılı olmalarını istemeye hakları vardır. Bu standartların, hukukun ve insan haklarının kasti veya gayri ihtiyari ihlallerine tanıklık etmek ve cesaretle karşı koymak biz hukukçuların ve Baroların en önde gelen görevidir. Nitekim Avukatlık Yasamızın 76.maddesi hükmü de salt bu nedenle olsa gerek insan haklarını savunma görevini Barolara vermiştir.

Türkiye Barolar Birliği olarak, Barolar olarak bu görevin bilincinde ve ayırtında olduğumuz için dün İnsan Hakları Günü’nü kutladık, insan hakları ihlalleri ile mücadelede kararlı olduğumuzu kamuoyuna bildirdik, bugün düzenlediğimiz bu etkinlikle evrensel insan hakları kapsamında olan adil yargılanma, masumiyet karinesi, keyfi tutuklama, savunma gibi temel korunma hakları yönünden son derece tehlikeli gördüğümüz, tehlikeli görmenin ötesinde pratikte bu hakların çiğnendiğine tanıklık ettiğimiz “Özel Yetkili Mahkemeleri” teorik ve pratik yönleriyle ülkemiz kamuoyunun gündemine taşıyor ve bu amaçla tartışmaya açıyoruz.

Değerli Konuklar,

Geride bıraktığımız yüzyılda demokrasinin başlıca muhalifi olan totalitarizmin, insanlığa yaşattığı derin ve unutulmaz acılardan hareket eden uygar dünya, insanların adaletsiz ve haksız biçimde ceza ve önlemlere maruz kalmamaları amacı ile başta anayasaları olmak üzere, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşme ve belgelerde, bireyi ceza yasalarının keyfi uygulamalarına karşı güvence altına alan hükümlere yer vermiştir.

Bu gelişmelerin dışında kalmayan Türkiye, 1926 yılında İtalyan Ceza Kanunu’ndan iktibas ettiği Türk Ceza Kanunu ile Almanya’dan iktibas ettiği Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nu, Avrupa Birliği hedefi ve uyum paketleri çerçevesinde yenilemek suretiyle 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu ile 5271 sayılı yeni Ceza Muhakemeleri Kanunu’nu kabul etmek suretiyle yürürlüğe koymuştur.

Bu değişiklikler kapsamında 12 Mart 1970 ara rejimi döneminde 1961 Anayasası’na ithal edilen, oradan da 1982 Anayasası’na taşınan Devlet Güvenlik Mahkemeleri, 5190 sayılı “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kaldırılmasına Dair Kanun” ile lağvedilmiştir. 
Ne var ki, kaldırılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin yerine, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni de aratan biçimde Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri getirilmiştir. İhtisas mahkemesi niteliğinde olmayan bu mahkemeler, hem bu nedenle gereksiz ve hem de yeni Ceza Muhakemesi Kanunu ile getirilen insan odaklı yargılama modelinin amacına ve ruhuna aykırıdır.

Şimdilerde Ceza Hukuku ile Ceza Muhakemeleri Hukuku’nun en tartışmalı konularından birisi olan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin görev, yetki ve yargılama usulleri, temel hak ve özgürlükler yönünden ciddi tehdit ve tehlikeler içermektedir. Öyle ki, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin tabi olduğu usulle, diğer Ağır Ceza Mahkemelerinin tabi olduğu usul, gerek savunma hakkının kullanılması, gerekse sanık haklarının güvence altına alınması ve gözaltı süreleri yönünden tamamen birbirlerinden farklıdır. O nedenle Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri ve bu mahkemelerin tabi olduğu usul, yargılama birliği ilkesine, kanun önünde eşitlik ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırıdır.

Özel soruşturma ve yargılama usulleriyle, savunma hakkının kısıtlanması niteliğindeki gizlilik kararlarıyla, siyasi tehdit aracı gibi çalışan tarzlarıyla hiç de demokratik olmayan ve mahkemeden daha çok devletin ideolojik aygıtı ve hatta ihtilal mahkemeleri gibi çalışan bu mahkemelerin bir an önce kaldırılması gerekir.

Bu vesile ile ifade etmek isterim ki, sadece özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin değil, özel yetkili mahkemelerin bir diğer türü olan askeri ceza mahkemelerinin de kaldırılmaları gerekir. Dünya genelindeki gelişmeler de bu yöndedir. Öyle ki günümüz dünyasında demokratik hiçbir ülkede askeri mahkemeler sivil iradenin üzerinde veya ondan bağımsız değildir. Esasen demokrasi bir siviller yönetimi olmakla, aksini kabullenmek demokrasi kültürü ve anlayışı ile de bağdaşmaz.   

Benim kişi olarak, avukat olarak askeri mahkemelere karşı olmamın nedeni az yukarıda da işaret ettiğim üzere doğrudan demokrasi anlayışımdan ve yargı birliğinden yana oluşumdan dolayıdır. Değil ise ülkemiz pratiği yönünden askeri mahkemeler; gerek işleyişi ve adalet dağıtışı yönünden, gerekse içtihat yaratma bağlamında gerçekten çok iyi sınav vermiştir ve hatta sivil mahkemelerden çok daha iyi sınav vermiştir, sıkıyönetim dönemleri dahil verdiği kararlarla ülkemiz yargısının yüz akı olmuştur. Bunu da bu vesileyle ifade etmek isterim.    

Beni sabırla dinlediğiniz için, hepinize teşekkür ediyor ve saygılar sunuyorum.

Av.V.Ahsen Coşar
Türkiye Barolar Birliği Başkanı