Açış Konuşması

9370

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI’NIN, MALTEPE ÜNİVERSİTESİ TARAFINDAN 05 MAYIS 2011 TARİHİNDE DÜZENLENEN “HUKUKUN OLUŞTURULMASINDA VE UYGULANMASINDA ETİK VE İNSAN HAKLARI SORUNLARI” KONULU ULUSLARARASI KONFERANSTA  YAPTIĞI AÇIŞ KONUŞMASI

 

 

Sayın Rektör,

Değerli Hocalarım,

Sevgili Öğrenciler,

Değerli Konuklar,

Sizleri, Türkiye Barolar Birliği adına, kendi adıma sevgi ve saygı ile selamlıyor, beni davet ettiğiniz, bana bugün burada konuşma olanağı verdiğiniz ve dolayısıyla beni ve benim şahsımda Türkiye Barolar Birliği’ni onurlandırdığınız için teşekkür ediyorum.  

Değerli Konuklar,

Antigone’nun, Thebai’de krallığı paylaşamayan kardeşleri Eteokles ile Polyneikes birbirleriyle girdikleri savaş sonunda ölürler. Bu aşamada tahta çıkan Kreon, Eteokles’in yurdunu savunurken öldüğünü, o nedenle kahraman olduğunu ilan ederek onun için görkemli bir cenaze töreni hazırlar. Polyneikes’in ise yabancılarla işbirliği yaparak yurduna saldırdığını, o nedenle hain olduğunu, gömülmeyeceğini, mezarsız kalacağını, bu suretle kurda kuşa yem olacağını, onu gömmeye kim kalkışacak olur ise ölümle cezalandırılacağını buyurur. Antigone Kreon’un bu buyruğuna karşı çıkar. Kardeşi Poyneikes’i gömer. Bu eylemi sonrasında Antigone suçlu sıfatıyla kral Kreon’un huzuruna getirilir ve aşağıdaki sorgulama başlar:

Kreon : Neden emrime karşı geldin? Emrimin ne olduğunu bilmiyor muydun?          

Antigone: Biliyordum. Nasıl bilmem? Herkese ilan edildi.

Kreon: Demek buna rağmen benim emrime karşı koymaya cesaret ettin.

Antigone: Bana emir veren Zeus değildi. Hades’te hüküm süren Dike de biz fanilere böyle bir emir vermemiştir. Senin emirlerinde, insan sözlerini Tanrıların yazılmamış, değişmez kanunlarından daha üstün yapacak bir kudret bulunduğunu zannetmiyorum. Çünkü bu kanunlar dün ve bugün yaşamıyorlar, bunlar ezelden beri hep vardırlar ve ne zamandan beri var olduklarını da bilen yoktur.  

Kreon: Thebai’liler arasında bunu böyle düşünen yalnız sensin.

Antigone: Herkes böyle düşünüyor, fakat korkudan konuşamıyorlar.

Kreon: Herkesten ayrı düşündüğün için utanmıyor musun?

Antigone: Öz kardeşime saygı göstermekte utanılacak ne var? 

Kreon: Onunla dövüşüp ölen de kardeşin değil miydi?

Antigone: Öz kardeşimdi.

Kreon: Diğerine gösterdiğin ilgiden dolayı günah işlemiyor musun?

Antigone: Mezarında yatan ölü hükmünü böyle vermeyecektir.

Kreon: Ama sen bir günahkara karşı aynı ilgiyi gösteriyorsun.

Antigone: O bir köle değildi.

Kreon: Birinin koruduğu bu ülkeyi diğeri harap ediyordu.

Antigone: Olsun. Hades her ikisine de aynı mezar hakkını tanır.

Kreon: Ama orada iyi insan kötü insanla aynı muameleyi görmek istemez.

Antigone: Ölüm diyarında böyle bir kural olduğunu bana kim söyleyebilir?

Kreon: Düşmanımız bizim için asla, hatta ölümünden sonra dahi dost değildir.

Antigone: Ben dünyaya kini değil, sevgiyi paylaşmaya geldim.

Evet! Okuduğum bu satırlar, hepinizin bildiği ve anımsadığı üzere Sophokles’in, Antigone isimli eserinden bir bölüm. Sözlerime Sophekles’in Antigone’u ile başlamamın nedeni, Antigone’un bugünkü konferansımızın konusunu oluşturan hukukun oluşturulmasında ve uygulanmasında etik ve insan haklarının anlamını, işlevini ve önemini ortaya koyan iyi bir örnek olmasıdır.

Sivil itaatsizliğin tarihin yazımladığı belki de ilk örneği olan Antigone’da birbiriyle çatışan iki ayrı hukuk vardır. Bir yanda Antigone’un dayandığı doğal hukuk, yani bugün bizim insan hakları dediğimiz, kaynağını etikten, ahlaki ve vicdani talep ve değerlerden alan üstün ve evrensel hukuk, diğer yanda Kreon’un dayandığı ve temsil ettiği egemenin hukuku, yani hikmet-i hükümet.

Antigone’un itaatsizliğinin ve bu itaatsizliğin dayandığı meşruiyetin kaynağı ahlaki, vicdani ve etik bir temeli olmayan Kreon’un pozitif hukukudur. Oyunun sonunda Kreon’un hukukunun, yani devletin yasakçı ve baskıcı hukukunun değil de, Antigone’un kişi hak ve özgürlüğünü referans alarak devletin baskısına karşı direnen hukuk anlayışının üstün gelmiş olmasının nedeni de herhalde her iki hukuk anlayışı arasındaki fark olsa gerekir.

Değerli Konuklar,

Hukuk nedir ve nasıl doğmuştur? Tarihçi Hukuk Okulu’nun iddia ettiği gibi hukuku halkın ruhu, milletin hukuki vicdanı mı doğurmuştur? Yoksa Sosyal Hukuk Okullarının ileri sürdüğü üzere hukuk toplum hayatının bir ürünümüdür? Ya da hukuk, pozitivistlerin yaptığı gibi akli yöntemin yerine deneysel yöntemin konulması sonucu ortaya çıkan olgular toplamımıdır? Locke’un sözleşme kuramında ileri sürdüğü gibi hukuk bir güven ve özgürlük değiş tokuşumudur? Formalist kuramlar bağlamında hukuk en güçlü olanın iradesi midir?

Amacım bu soruların yanıtını aramak, bu yanıtı ararken kimi felsefi tartışmaların içerisine girmek değil elbette. Amacım sadece ve geçmişteki bütün zamanlarda ve hemen her toplumda, ister egemenin iradesinin ürünü olsun, ister halkın ruhundan doğmuş bulunsun, ister ise toplumun, toplumsal olayların bir ürünü olsun bir hikmet-i hükümetin ve onun bir hukukunun olmasıdır.

Geçmiş zamanlarda dış etkilere, evrensel kimi değerlere sıkıca kapalı olan, son derece yerel ve otantik olan egemenin hukuku artık günümüzde pek öyle değil. Öyle değil, zira artık bir tek egemen yok. Yerel egemen veya egemenlerin yanı sıra küresel egemen veya egemenler ile onların hukuku var. Öyle olduğu için bireyin meşru savunma hakkının kolektif organizasyonu olan hukuk günümüzde sadece yerel değil, aynı zamanda küresel bir olgudur. Hukuku küreselleştiren en önemli etken ise, kendisi küresel bir kurum, kavram ve değer olan insan haklarının varlığıdır. Onun için günümüzde Antigone’lar yalnız olmadığı gibi, Kreon’lar da yalnız değildirler. 

Değerli Konuklar,                

Geride bıraktığımız yüzyıl, teknoloji alanında getirdiği olağanüstü buluşların yanında, totaliter yönetimlerin yıkılmasına, rakipsiz bir siyasal örgütlenme modeli olarak demokratik yönetimlerin kurulmasına tanıklık etti. Bu süreçle birlikte insan hakları ve siyasal özgürlük başta olmak üzere, diğer hak ve özgürlükler hem yerel ve hem de küresel düzeyde egemen retoriğin önemli ve vazgeçilmez parçası haline geldi.

Devlet olsun, piyasa ve hukuk sistemi olsun, iktidarıyla muhalefetiyle siyasi partiler, medya, sivil toplum kuruluşları, diğer kamusal çıkar grupları olsun, bugün yaptığımız türden kamusal tartışma forumları olsun; bütün bu alanlarda ve konularda getirilen düzenlemelerin dağıttığı yararların pasif alıcıları olmaktan daha çok, değişimin aktif özneleri olan bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin artırılmasına ve güvence altına alınmasına önemli katkılarda bulundu.

Böylece ve giderek kategorik hukuk ilkeleri olarak hukuk felsefesinin merkezinde yer alan, özgürlük, eşitlik gibi en temel iki ontolojik ve ahlaki değerden türeyen, diğer bütün hak iddialarına göre ahlaki öncelik taşıyan, en geniş anlamda siyasal meşruluğun ölçütü olan insan hakları, gerek hukukun oluşturulmasında, gerekse uygulanmasında esas alınması gereken temel bir referans oldu.

Bu gelişmelere bağlı olarak, daha düne kadar kimi uluslararası bildirilerde ve sözleşmelerde yer verilen insan hakları, ulusal hukuk normlarının ve hatta en üstün hukuk normu olan anayasaların içerisine gelip yerleşti. Bu tespite bizim hukukumuzdan bir örnek vermek gerekir ise, Anayasamızın Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini belirten 2.maddesiyle 90.maddesini verebilirim.

Değerli Konuklar,

 “Aramakta olduğumuz iyiliğin servet olmadığı açıktır; çünkü servet sadece faydalıdır ve başka bir şey içindir. Aradığımız şey erdemdir” Bu sözler Aristoteles’e ait.  

Erdemli olmak için ahlak sahibi, ahlak sahibi olmak için de etik sahibi olmak gerekir. Felsefenin bir disiplini olan ve kendini ahlaki eylemin bilimi olarak tanımlayan “etik”, yaşamın tek yönlü kaygılarla rasyonalize edilmesine yönelmiş olan bireysel çıkar ve hesapların yıkıcı etki ve sonuçlarını eleştirel bir aynadan yansıtan önemli bir uyarıcı ve yol gösterici görevi üstlenmiştir.

Annemarie Pieper”in “Etiğe Giriş” isimli özgün eserinde işaret ettiği üzere “Etik” bize, kendisini sadece paraya, mala, mülke, bireysel çıkarları en üst düzeye çıkarma kaygılarına sabitlemiş niceliksel düşünce karşısında; bütün bunlara sığmayan, bunları aşan, pratik aklın ahlaksal yetkinliği ile doğrulanmış olan özgürlük, eşitlik, adalet, hoşgörü, erdem gibi soylu amaç ve hedefleri sunan bir nitelikler dünyasının var olduğunu anlatır.

Bu niteliksel değerler, kolektif sorumluluklarının bilincinde, ahlaksal talepleri genel bağlayıcı talepler olarak benimseyen ve yaşamlarında bunları kendilerine mal etmiş olan bireylerin, kendi kaderlerini tayin etme hakkını, bütün hakların en üstüne koyan bir yaşama biçiminin ahlakını sunar.

Özgürlük, eşitlik, adalet gibi niteliksel değerler aynı zamanda birer haktırlar. Carol Gilligan’ın da vurgu yaptığı üzere haklar ahlakı, eşitliğe dayanır ve merkezinde adalet anlayışı vardır. Hak, hukukun tanıdığı ve koruduğu çıkardır. Bu çıkar sorumluluğu da beraberinde taşır. Hakların ahlakiliğinin karşısında sorumluluğun etiği vardır. Haklar etiği, eşit saygının, ötekinin ve benliğin hak iddialarını dengelemenin bir ölçütü iken; sorumluluk etiği, sevgi ve önemseme gibi değerlere dayanır ve bunlardan beslenir. Adalet ve önemseme karşılıklı olarak birbirine bağlı olduğu gibi haklar da toplumsal sorumluluğa bağlıdır.

Niteliği itibari ile negatif bir kavram olan hukukun en önemli işlevi zarar vermezlik, yani zarar verilmesini engellemektir. Bunu sağlamak için hukuk himayeci, korumacı olmak durumundadır. Negatif özelliği gereği hukukun amacı adaletsizliğin, zorbalığın egemen olmasını önlemektir. Bu ise ancak hukukun, haklar ve sorumluluk etiği temelinde oluşturulması ve uygulanmasıyla, yani saygıda eşitlik sağlanmasıyla, benliğin ve ötekinin hak iddialarının dengelenmesiyle, sevgi ve önemseme temelinde şekillendirilmesiyle, kısaca insan hakları eksenine oturtulmasıyla, yani Kreon’un yaptığı gibi “Dostlara adil davranılır, düşmanlara kanun uygulanır” değil, herkese adil davranılmasıyla, hukukun böyle oluşturulması ve uygulanmasıyla mümkün olur.

Beni sabırla dinlediğiniz için, teşekkür eder, hepinize bir kez daha sevgi ve saygılar sunarım.   

 

Av.V.Ahsen Coşar

Türkiye Barolar Birliği Başkanı