Basın Bildirisi
TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ’NİN KURULUŞUNUN 41.YILI NEDENİYLE DÜZENLENEN BASIN TOPLANTISI’NDA BAROLAR BİRLİĞİ TARAFINDAN YAPILAN AÇIKLAMATürkiye Barolar Birliği’nin kuruluşunun 41.yıldönümü olan bugün, biz Avukatlar ve Barolarımız için önemli ve anlamlı bir gün. Birliğimize daha nice yıllar dileğiyle başladığımız ve Barolarımız ile Avukat meslektaşlarımıza armağan ettiğimiz 41. Yaş Günü’müz kutlu olsun. Türkiye Barolar Birliği 7 Temmuz 1969 tarihinde yürürlüğe giren 1136 sayılı Avukatlık Yasası’yla yasal, 9-10 Ağustos 1969 tarihlerinde yapılan ilk genel kuruluyla da eylemli olarak kurulmuştur. Kurulduğu günden bugüne kadar geçen ve kurum ve kuruluşlar için çok da fazla olmayan 41 yıl gibi kısa sayılabilecek bir süre içinde aldığı uzun yol, hukuk ve avukatlık mesleği adına elde ettiği kazanımlar sayesinde ülkemizin en saygın, en güvenilir kuruluşları arasındaki mümtaz yerini almıştır. Kısa zamanda alınan uzun yol, hukuk ve avukatlık mesleği adına elde edilen kazanımlar, ulusal ve uluslararası düzeyde kazanılan saygınlık ve güvenilirlik, hiç kuşku yok ki Birliğimizin başkanlığını yapmış, her biri diğerinden değerli Başkanlarımızın ve birlikte görev yaptıkları Yönetim Kurulu Üyelerinin özverili çalışmaları sayesinde olmuştur. O nedenle Birliğimizin Başkanlığını ve Yönetim Kurulu Üyeliğini yapmış olan üstatlarımıza yaptıkları değerli hizmetler için teşekkür eder, vefat eden değerli Başkanlarımız rahmetli Faruk Erem’in, Eralp Özgen’in, Teoman Evren’in, Özdemir Özok’un ve Yönetim Kurulu Üyelerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliriz. Deneyimleri ve birikimleriyle bizlere rehberlik etmeyi sürdüren değerli Başkanlarımız Sayın Atila Sav’a, Sayın Önder Sav’a ve Yönetim Kurulu Üyeliği yapmış değerli üstatlarımıza ise en derin sevgi ve saygılarımızı sunar, daha nice sağlıklı ve uzun yıllar dileriz. Sadece kendi yasamızın bize yüklediği görev ve sorumlulukların bilincinde olan bir kurum olarak değil, aynı zamanda yurttaş ve avukat olmanın bizlere yüklediği görev ve sorumlukların ayırtında olan bireyler olarak ifade etmek durumundayız ki; savunmanın bağımsızlığı ve özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve yargıç tarafsızlığı, demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler, bizlerin üzerinde en fazla duyarlı olduğumuz hususların başında gelmektedir. Avukat olarak, Barolar ve Barolar Birliği olarak çok iyi biliyoruz ki; savunmanın bağımsız ve özgür olmadığı, yargının bağımsız, yargıcın tarafsız olmadığı, demokrasinin egemen, hukukun üstün olmadığı, birey hak ve özgürlüklerinin yeteri kadar güvence altında bulunmadığı bir ülkede avukatlık mesleğinin yapılabilmesi mümkün değildir. Duyarlı olduğumuzu ifade ettiğimiz bütün bu hususlarla, siyasi ve hukuki bir metin ve aynı zamanda üst norm olan anayasa arasında doğrudan ilişki bulunmakla, şimdilerde ülkemizin gündeminde bulunan ve referanduma sunulacak olan anayasa değişikliği üzerinde durmak, bu konudaki görüş ve düşüncelerimizi kamuoyuyla paylaşmak isteriz. Yapacağımız bu değerlendirmede, gerek Avukat, gerekse Barolar ve Barolar Birliği olarak bizim kullanacağımız dil, kuşkusuz siyasi taraftarlık ruhu üzerine değil, hukuk üzerine, hukukun evrensel ilkeleri ve değerleri üzerine, anayasacılığın temel ilkeleri üzerine kurulu bir dil olacaktır. Anayasacılığın özünü “devletin temel örgütlenmesinin nasıl olacağı, bu bağlamda egemenliğin kullanılmasında hangi organların hangi sınırlar çerçevesinde devlet gücünü kullanacakları” hususundan daha çok, “birey hak ve özgürlüklerini güvence altına almak için siyasal iktidarın sınırlandırılması” ilkesi oluşturur. O nedenle bütün modern anayasalar, devletin temel örgütlenmesinden daha çok bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alma ilkesi üzerine yoğunlaşırlar ve bu amaçla temel hak ve özgürlüklere ilişkin sınırlamaları, bu sınırlamaların da sınırını, yani temel hak ve özgürlüklerin özünü düzenlerler. Bu husus üzerinde öncelikle ve özellikle durmamızın nedeni, ülkemizdeki anayasa ve anayasacılık algısındaki yanlışlığa vurgu yapmak içindir. Zira ülkemizde anayasa ve anayasacılık, gerek akademik ve entelektüel düzeyde, gerekse siyasetçiler nezdinde, devletin örgütlenmesini esas alan bir disiplin, siyasi ve hukuki bir metin olarak kabul görmektedir. Anayasacılığın ve anayasa hukukunun ülkemizde bu temelde anlaşılması olgusu kendisini en son yapılan anayasa değişikliklerine ilişkin 5982 sayılı kanunun öncesinde ve sonrasında da göstermiş, bu bağlamda anayasa değişiklikleri üzerine bu süreçte yapılan tüm tartışma, eleştiri ve itirazlar, yasanın temel hak ve özgürlüklere ilişkin değişikliklerinden daha çok, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkin hükümleriyle siyasi partilerin kapatılmasına yönelik maddeleri üzerinde odaklanmıştır. Oysaki, Türkiye’nin hukuk ve demokrasi yolunda ilerleyebilmesi için önemli olmakla, temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler başta olmak üzere, Batı standartlarına uygun yeni bir anayasaya, parti içi demokrasinin kurulmasına ve işleyebilmesine olanak sağlayacak yeni bir Siyasi Partiler Yasası’na, seçim barajını kabul edilebilir bir orana indirmek suretiyle temsilde adaleti gerçekleştirecek bir Seçim Yasası’na gereksinimi vardır. Dileğimiz önümüzdeki yasama döneminde Yüce Parlamento’nun bu konular üzerine odaklanması, iktidarıyla, muhalefetiyle uyum içerisinde çalışarak gereksinim duyulan bu değişiklikleri gerçekleştirmesidir. 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”a yönelik itiraz ve eleştirilerimize gelince;
16 Kasım 1937 tarihinde Cenevre’de imzalanan “Tedhişçiliğin Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” hükmüne göre terör, bir devlete yönelik olarak toplumda korku yaratmak amacıyla gerçekleştirilen şiddet eylemleridir. Yine 1977 tarihli “Tedhişçiliğin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi” hükümlerine göre, özgürlükleri yasa dışı yollarla ortadan kaldıran veya sınırlandıran, bomba, roket, ateşli silah kullanılarak gerçekleştirilen her türlü eylem terör suçudur. Devlete karşı halk, halka karşı yine halk, tartışmaya karşı inanç birliği; her türden totalitarizmin programı budur. Bu programın amacı terörü, devletin, devletin meşru güçlerinin ve halkın karşısına koymak suretiyle hukuksuz ve kaotik bir toplum kurmaktır. Güvenlik hakkını, yaşama hakkını, iç barışın sürdürülmesini, sivil özgürlükleri, yani geleneksel hukukun meşru iktidara tahsis ettiği görev ve sınırların hepsini ortadan kaldırmak için teröristler, kitlelerin dinamizmine ve ilkel şiddete başvururlar. Batman Barosu önceki başkanlarından değerli meslektaşımız Sedat Özevin ile iki yurttaşımızın mayınlı terör saldırısı sonucu vefatı da dahil olmak üzere son günlerde yaşadıklarımız bunun somut göstergesi ve geçmişte yaşananların sadece bir çeşitlemesidir. Yapılmak istenen, hedeflenen son derece açıktır ve bu, halkı karşı karşıya getirmek, kardeşi kardeşe vurdurmaktır. Terör örgütü veya arka plan düşünceli ve provakatif amaçlı birileri bunu sağlamak için gerilim yaratmak ve bunu yaygınlaştırmak istiyor. Onun için bu oyuna gelmemek, gerilimi düşürmek, bunun için de herkesin, hepimizin sakin, soğukkanlı, sağduyulu olması gerekiyor. Dahası terörü, kendilerine yol olarak seçenlere, yarattıkları korku ve uyguladıkları baskı ile kentlerde can ve mal güvenliğini ihlal etmek, çalışma hakkını engellemek suretiyle hak ve özgürlüklere müdahale edenlere, meşru dil ve yöntemleri kullanmak yerine şiddete başvuranlara karşı, Kürt olsun, Türk olsun, aynı ülkenin özgür ve eşit yurttaşları olan, birbirlerinin kültürel haklarına ve kimliklerine saygısı bulunan, bir arada ve özgürce yaşamak isteyen, aynı geleceği paylaşan herkesin, hepimizin açık tavır alması, silahlı eylemlerin, insan haklarına aykırı, demokrasi karşıtı anlayışların ve uygulamaların sona erdirilmesini talep etmesi gerekir. Demokrasi sivil bir yönetim biçim olmakla, demokratik hukuk devletlerinde askerler sivilleri değil, siviller askerleri yönetir. Bu bağlamda askerlerin siyasi iktidara karşı tavır almak, muhalefet yapmak gibi bir hakları yoktur. Aksine sivil yönetimin kararlarına uymak, tercihlerine saygı duymak mecburiyetleri vardır. Kuvvet Komutanları ve Genel Kurmay Başkanı dahil ordumuzun üst komuta kademesinin kimlerden oluşacağı hususu, yasa ve hukuk gereği doğrudan sivil yönetimin yetkisinde ve takdirinde olmakla, sivil yönetimin bu konuda yaptığı veya yapacağı tercihe saygı duymak, hem demokrasinin ve hem de hukukun gereğidir. Bu konuda yargının siyasallaşması anlamına gelmekle endişe verici bir diğer husus da, eğer zaman yönünden talihsiz bir rastlantı değil ise, Yüksek Askeri Şura toplantısının hemen öncesinde kimi askerlerle ilgili olarak verilen yakalama kararları ve başlatılan soruşturmalardır. Bununla birlikte sevindirici olan husus, yargının yapılan itirazlar üzerine hukuken son derece tartışmalı olan bu uygulamasını hukukun öngördüğü usuller çerçevesinde düzeltmiş olmasıdır. Bu çerçevede işaret etmek gerekir ki, yargının da, askerin de siyasetle işi ve ilişkisi olamaz, olmamalıdır. Her ikisi de tarafsız olmak durumunda ve zorundadır. Bütün bu ilkelere, kurallara ve hassasiyetlere en az yargı ve asker kadar, siyaset kurumu da dikkat etmek, özen göstermek zorundadır. Barışın, güvenin, istikrarın, özgürlüğün ve demokrasinin yegane güvencesi hukuk olmakla, hepimizin en temel görevi hukuka bağlı kalmak, hukuku devletin, partinin, her türlü erkin üzerine çıkarmaktır. Birliğimizin 41. kuruluş yılını kutladığımız bu anlamlı ve özel günde Avukatlar, Barolar ve Barolar Birliği olarak en büyük görevimizin böyle bir Türkiye’nin inşasına katkı yapmak olduğunu özellikle vurgular, tüm Türkiye’ye sevgi ve saygılar sunarız. Türkiye Barolar Birliği
Fotoğraflar
|
